22 Aralık 2014 Pazartesi

En uzun geceye itafen yapılmış amel sorgulaması.

Amel dedim başlıkta, belki dinsel tandanslı bir arkadaş da okur diye. Çünkü anlatacaklarım var, ey insanlık!

Bugün içmeyeceğim dediğim her gece içtim. İlk kez sünnet düğünümde sarhoş olmuştum. Belki korkudandı tam hatırlayamıyorum. Çocukluğum kötü geçmedi oysa. İzmit gibi bir kentte ne kadar iyi geçebilirse o kadar iyi geçti çocukluğum. Çocukluğuma inme gereksinimi neden hissettim onu da bilmiyorum ya. Ha.. ilk sarhoşluktan gelmiştik buraya. Neyse iyi geçti velhasılkelam.
Lisede pazartesi günleri okuldan kaçardık, ders programı berbattı o gün. Zaten eğitim sisteminin de berbat olduğunu düşünürdük arkadaş grubu olarak. İlk kez “düşünmeye” başladığımız zamanlardı belki de. Marinada öğleden sonralarını içerek geçirmeye başladık. Okul üniformalarıyla içmek bir başkaldırıydı belki bizim için ya da benim için. Ne konuşurduk tam hatırlamıyorum ama genel olarak goy goy yapardık sanırım ya da aşk meşk durumları. Herkesin bir sevdiği vardı tabi. Genç “adamlardık” sonuçta. Kitaplarla tanışmaya başladığım zamanlardı, önceleri her ergen gibi bilgisayar oyunları ve futbolla ilgilenirdim ben de. Yeni alanlar açmayı böyle böyle öğrendim biraz. Edebiyat diyordu arkadaşın biri, edebiyat önemli. Edebiyat öğretmeniydi babası ondan da olabilir ama yanılmıyordu. Neyse biz içmeye devam ediyorduk her şey güllük gülistanlık olmasa da devam ediyordu hayat. Herkes bir biçimde bir şeyler yaşıyordu, sanırım sıra bana gelmişti. Aşık oldum. Aslında aşık olup olmadığımın farkında değildim ya da aşkın ne olduğu konusunda emin değildim ama bir “yaratıcı” vardı. Beş şık arasına hep bir altıncıyı eklediğim zamanlar tabi. Kahvenin içine ufaktan viski katıp hayal kurduğum dönemler. Arada sivilceler falan. Dersane çıkışları kafelerde buluşmak, o çay içerken ben kivi içerdim. Bir sürü şeyden konuşmak ne çok konuşurmuşuz oysa ya da konuşacak ne kadar çok şey varmış.  İlk el ele dolaşmalar ilk öpücük falan. Anlam dünyasının ters yüz olması.   Her güzel şey gibi kısa sürdü ama ilk aşklar başka yerde durur düsturunu unutmadık. Sonrası üniversite.

Hayatıma apayrı bir anlam katan şehir, Edirne. Torunlarım olursa anlatacağım çok şey olabilir eğer o zaman bunları hatırlarsam. Bir yandan içmeye yine devam ediyoruz tabi ayrılık fena koydu zaar. İlk zamanlar sanki her şeyin cevabı bende gizliymişçesine yaşıyorum, ateşliyiz sonuçta. Önlerde ve her yerde olmaya gayret ediyorum. Farkındalık yaratmak hoş tabi. Bir yanıyla kendine anlam katmak da. Her yere yetişmeye çalışıyorum arada anamın babamın yolladığı paranın hakkını vermek için derse giriyorum. Sanırım ilk o zaman fark ettim. İnsan hep bir yanıyla eksiktir. Çünkü her yere yetişemiyorsun. Bu arada içmeye devam ediyorum tabi. Hatta araya duygusal yakınlıklar da giriyor. İnsan ne kadar yoğun olursa olsun zaman zaman kenara çekilip huzur bulabileceği bir kucak, içindeki sevgiyi paylaşabilecek birilerini arıyor. Böyle zamanlarda yanımda olanlara koca bir selam ederek devam ediyorum. Konsere gideceğim bir gün, “öğrencilik zamanları, sosyal aktive dönemleri”, cami durağında otobüs bekliyorum. Cami durağını bilenler bilir. Bir yol üstü durağı, sıradan. Döndü bana bineceği otobüsü sordu. Aynı istikamete giden insanların yolları elbette çakışır. Ben de aynı yere gidecektim. Beraber gittik. Ben yine aşık oldum. Cami durağının karşısındaki meyhanede oturuyorum sürekli belki tekrar görürüm. Zaten hep cami durağının karşısındaki meyhanede oturuyordum ama işin ekstra bahanesi bu da. Sonra o meyhaneye beraber gitmeye başladık. Gecenin bir yarısı eve giderken cami durağında ilk öpüşme. O camiyi oraya yapan tarihsel şahsiyete minnet duyarak ezberimi bozan kadınla gecenin karanlığına karışmak, sanki tüm şehrin uyuduğu ama bizim uyanık olduğumuz bir andı. Her yere yetişmenin yanına bir de bu eklenmişti. İyi ki de eklenmişti. Çok da güzel eklenmişti. Çünkü çaktırmadan “vademecum “ okuyordum. Artık her derde deva bir ilaç biliyordum. Edirne’nin tüm sokaklarını havadan görebilecek kıvamdaydım. Yine içiyoruz tabi. Aynı evde nasıl yaşanır onu öğrendiğim dönemler. Bu arada yine her yere yetişmeye çalışıyorum. Varoluşumu anlamlandırmaya yönelik çabalar. İleride ben ne olacağım kaygısı şimdiki kadar yok tabi. Bu ilginç bir çatışma kendi içimde yaşadığım. Neyse, aynı istikamete giden insanların çakışan yolları bir gün ayrılırmış onu öğrendim. Bu öğrenme süreci epey sancılı oldu tabi. Eğitim sistemimizdeki gibi ezberle öğretmiyor hayat, bizatihi uyguluyor. Sancılı dönemi atlatmanın en etkili yollarından biri daha da önde olmak algısıyla hareket ettiğim dönemlerde, her yere yetişmenin yanına bir de çalışmak zorunda olma hali eklendi. Gerçi dönem dönem hep çalışmıştım o zamana kadar. Küçük işler. Bu seferki de küçüktü ama sürekliydi. Hep sorguluyordum ama ilk kez bizzat şahit oluşumdandır sanırım, zorunlu çalışmanın ya da hayatın idamesi için çalışmak zorunda olmayı sonuna kadar sorguladığım zamanlar. Bu zamanlarda da birileri oldu, daha yakından kendimi anlattığım. Kimini ben kırdım kimi beni. Hepsi güzel, samimi anılar benim için. Sonrası izmite mecburi dönüş.

Yaşadığım 7 yıl sonunda Edirne’den ayrılmak epey sıkıntılı bir şeydi. Ayrıca İzmit’te hemen atılacağım bir hayat yoktu ailem dışında.  Yine içmeye devam ediyorum bu şehirde de. İş aradığım ama bulamadığım dönemler. “İşçi sınıfıyla kurduğum tek bağ,  babamı uyandırmak için kurulu olan saatin 5.30’da çalan alarmı.”  Kimsenin böyle zorlaması ya da baskısı olmasa da kendimi işe yaramaz hissettiğim zamanlar. Belli bir çevrenin olmaması ya da benim yeni bir çevre kurmak için enerjim olmamasından kaynaklı olsa gerek evde uzunca vakit geçirip sıkılmanın sınırını aradığım dönemler. Kendime yeni uğraşlar bulmak için çabalıyorum. Okuyorum, izliyorum, içiyorum zamanı tüketiyorum.  Yeni insanlarla tanışıyorum yeni hayatları öğreniyorum. Artık bir yere ya da bir şeye yetişmeye çalışmıyorum.  Her şey çok statik. Arada arkadaşlarımı görmek için İstanbul’a gidiyorum. Eskiden pek de itibar etmediğim bir konu olan “statü” sorunu kafamı kurcalıyor. İnsanların yaptıkları işle kendilerini tanımlıyor oluşu ilk defa dikkatimi çekiyor. Öyle böyle çekmek değil. Kafamda bunları hesaplarken eski bir tanıdığa denk geliyorum izmit-İstanbul arasında geçen yolculuklarda. Kafamda türlü kez anlam değiştirmiş insanlık tarihinin en eski kavramlarından olan aşkla karşılaşıyorum yine. Akşamdan kalmalıkla yeni bir güne uyanmak arasında bir sıcaklık bu. İzmitten istanbula giden belediye otobüsünün saatlerini ezberden sayıyorum. Malum işsizim. Bu 2 saatlik yolculuğu biyolojik saatime göre 20 dakikaya indiriyorum. Ve saygın bir meslek olarak pilotluğu düşünüyorum. Yine içiyorum tabi içtiğim zaman hep pilot olduğumdan bana çok yabancı gelen bir meslek değil bu. Kafamı kurcalayan “statü” sorununda statükoya yenik düşerek işsizliğe devam ediyorum. Bu arada izmit İstanbul yolculuklarımın amaçlarından biri eksiliyor ve bu haliyle üzücü de oluyor. Zaman öyle bir daralıyor ki, sanki devlete hiç borcum yokmuş gibi bir de “vatan borcu” kapıyı çalıyor. Her ne kadar istemesem de mecburen bu borcu da ödemek durumunda kalıyorum. Askere gidiyorum. Nispeten iyi olan koşullarımdan dolayı içmeyi hiç kesmiyorum. Bu kadar sıkıcı bir işi yaparken alkol dışında bana soluk olan biriyle karşılaşıyorum. Başta temkinliyim ama sonra kendimi teslim ediyorum. Kendime bir insan daha kaç kez aşık olabilir diye sorarken aşkın biçiminin değişebileceğine kanaat getiriyorum. Dört bir yanı dikenli tellerle çevrili bir kışlada kendimi İstanbul’un her yerinde hissediyorum. Çünkü soluk alabiliyorum. Bir haftasonumu arkadaşlarıma ayırırken bir haftasonumu ona ayırıyorum. Hayat olmasa da ben insanlara eşit davranıyorum. O varken zamanın ve mekanın önemi kalmıyor. Çocuksu şaşkınlığı var, kadınsı ağırlığı, insansı yorgunluğu. Askerliği bitirip izmite dönüyorum. İş aramaya devam ediyorum. Bu sefer daha özgüvenli. Çünkü borçlardan birini kapadım. İzmit İstanbul arası yolculuklar yine devam ediyor. Kadıköy farklı bir anlam ifade etmeye başlıyor.  Rıhtımdan boğaya çıkan tramvayla yarışıyorum hep ben kazanıyorum. Ve içmeyi hiç bırakmıyorum.

Bugün içmeyeceğim dediğim her gece içtim. Bugün de içmeyecektim ama en uzun gecenin uzunluğu hayatımı iki sayfaya sığdırmama yetti. Malum hala işsizim, okuyorum izliyorum yazıyorum içiyorum seviyorum.   

15 Aralık 2014 Pazartesi

sen bana baktıkça
mahçup bir gülümseme olur yüzümde aşk
sonra halı motiflerini ezbere sayarım,
koca bir kambur olsa da sırtımda umut
ben bu yükü gücüm yettiğince taşırım

şimdi müphemdir seni sevmenin bir yüzü
içim karanlık gecedir ama
gözlerimde taşırım gündüzü

6 Aralık 2014 Cumartesi

Ne kadar çok ölüm var
ne kadar çok katil
Tırnaklarımı kemiriyorum
Öldürdüklerimin kanıtı tırnaklarım
Kazıya kazıya kendimi öldürüyorum her gece.
Her gece bir başka yanımı zamanı öldürüyorum

“Sen kaç kere öldürdün
Kaç kere öldürdüler seni
Kazıya kazıya parçalayarak içini

Küçücük bedeninde kocaman bir duvar saati kadınlığın
Kaç kere kırdılar kaç kere ağlattılar seni.
Sallandıkça sarkacı zamanın, daha kaç kere öleceğiz
Her gece biraz daha biraz daha karanlığa gömüleceğiz

Ey gözünün yaşına şiirler söylediğim
Acı olmasaydı umutta olmazdı
Katil oluşumuz belki de bundandı”

Her sarhoşluğum zamandan kopma isteği
unutmak öldürdüklerimin ismini
Ya da ölü doğan mavi gözlü erkek kardeşimi
İçtikçe daha çok ölüyorum daha çok öldürüyorum
Tırnaklarımla kazıya kazıya gecenin sonunu getiriyorum

“Şahittir ter kokan çarşaflar
Kapalı kapılar dağınık yataklar…
Ben sana sen bana akarken
Kum saatinin dar boğazı gibi
Sevgi dolu acı dolu yalnızlık dolu
Kendimizi aklamanın en günah yolu

Baba olmadım hiç, bir katil nasıl baba olabilir
Biliyorum kaba oldum sana
Belki hep öyleydim ya da öyle öğrettiler
Şimdi tüm günahlarımla af diliyorum
Hala sallanıyor zamanın sarkacı
Biliyorum zordur affetmek, varken
bunca ölüm bunca acı “

27 Eylül 2014 Cumartesi

Dalgaları Duyuyor Musunuz?

Dalgalar diyorum, duyuyor musunuz?
Nasıl dövüyor kayalıkları
Biz dostlar oturmuş sayıyoruz kalabalıkları

Bir yanda allah kitap uğruna öldürülenler
Bir yanda mavi tulumlu hürriyet sevdalıları
Bir yanda hüzne kesmiş mor leylaklar
Bir yanda çatlak elleriyle tarla kadınları

Orası burası ötesi berisi
Aslında bu işin doğrusu
Tüm bu keşmekeş içinde
Gözlerin bir isyana denktir koca şehirde
Keskin dağ yamacı olmuş bakışların
Döker içimden tüm gücüyle bir çavlanı
Sen bilmiyorsun ya,  gülüşün
Sağanağa tutulmuş bir serçe
Süt dökmüş kedi yavrusu
Nasıl oluyor soruyorum kendime
Aynı anda aynı yerde iki farklı biçimde
Var oluyorsun içimde

Bir yanım güzelliği yaratmaya muktedir
Bir yanım naif, ürkek, telaşlı
Bir yanım  asi, cesur ve isteklidir
Bir yanım bıyıkları yeni terleyen delikanlı

Dalgalar diyorum, duyuyor musunuz?
Nasıl dövüyor kayalıkları
Biz dostlar oturmuş sayıyoruz kalabalıkları

19 Ağustos 2014 Salı

sıkışmışız,
doğrudur.
sıkılmışız
belki bu daha da doğru.
kastan ve kemikten ibaretiz
işte hepsi bu.


basitmiş aslında
öyle çok da zor değil,
sıcakların ardından yağan yağmurda
öylesine çalarken müzik
dans etmek kendi halinde.

sözün özü
o keman kaşı
parıldayan gözü
gülüşünde işveli pozu
katıyor birbirine dumanı, tozu

27 Temmuz 2014 Pazar

Futbola Ağıt

ender gelişen osasuna atakları gibi geldim ben sana
oysa ben de biliyordum kanatlardan organize gelmeyi
aşk dediğin iki kişilik kolektif bir spor sevgilim.
iyi ortalara güzel kafalar vursam da
şimdi bir kaleci yalnızlığı var gözlerimde 


iyi maçlar da çıkardım aslında ama yediğim çok gol oldu
arsadaki duruşumuza değil
borsadaki durumumuza bakar oldu insanlar
aşk da futbol gibi endüstrileşti sevgilim
her yaptığım atak gibi bu da heba oldu

25 Haziran 2014 Çarşamba

zamanın ruhunu anlayabilmek kadar zor
bu zamanda ruhumu anlatabilmek sana
düşün…
uzak olmayan sınırlarda iltica doğuruyor anneler
kadınlığın kırmızı gülü asılmış boyunlarına

10 Nisan 2014 Perşembe

Dört yanı dikenli telle çevrilmiş, tanrı tarafından lanetlenmiş Babil'deyim sanki. Doğayı kıskandıracak derecede "yeşille" dolu bu yerde; birbirinden farklı diller konuşan ve birbirini anlamayan yüzlerce insanla yaşıyorum. Bu kadar çok dil ve bu kadar çok yeşil pekiştirilmiş yalnızlığa yol açıyor ve aradığım özgürlüğe şuanda ulaşılamıyor. Metalle çevrilmiş bu yerde pas tadı geliyor yediğimden, içtiğimden. Uyku metalik, sesler metalik, hisler metalik... Kuşlar bile ağır metal sıçıyor birbirini anlamayanların yarattığı kirlilik yüzünden. Cinsel organları ağızlarında gezen yüzlerce genç adam kadınlığı iğfal ediyor her cümlede. Toprağı sıksan testosteron fışkıracak toprağı sıksan iktidar... Ağızlarındaki cinsellikle milli manevi duygularına mastar eklerine müdahalede bulunuyorlar ve ben, tüm kutsallarla çelişki içinde, onların "hassasiyet"lerine şaşırmıyorum.
Kendi kendinin efendisiz kölesi burada zaman. Kırbaçladıkça koşmaya direnen yarış atı belki de. Farklı bir matematik işliyor; 3-5'ler, 7.62'ler... Sayılar azaldıkça anlam artıyor, umut artıyor. Sayılar azaldıkça umut biriktiriyorum ve sadece yalnız kaldığımda buradan başka yerlerde de bir yaşam olduğunu hatırlıyorum.

5 Ocak 2014 Pazar

neden gülümserken bile hüzünlü gözlerin
senin geçimsiz geçmişinle 
benim belirsiz geleceğim
biz değildik suçlusu bu zamansız kesişimin

neden gülümserken bile hüzünlü gözlerin

hayattır kanatan ya da kanırtan
ağlamak bir yumru meseli boğazda duran