8 Haziran 2016 Çarşamba

her yerde banklar kimin bu banklar bilemiyorum.

bir bankta oturup bankları düşündüm. nasılsa zamanla ilgili problemim yok. beklemek ata sporu. tıpkı banklar gibi her gün her koşulda bulunduğu yerde kıpırdamadan beklemek. birileri gelsin otursun, yerleşsin diye beklemek. kimisi dinlenmek için gelir, kimisi izlemek için olan biteni, kimisi bir sigara tellendirir, kimisi açar bir bira sessiz gömülür kendine, kimisi bir kitap açar okur, kimisi sadece müzik dinler. bazen birbirini hiç tanımayanlar gelir yanyana bazen yıllardır dost olanlar, bazen içe dönüp sorgulayanlar oturur bazen hiç umursamayalar. zemini sağlamdır bankların yalanı dolanı yoktur ne bekleniyorsa ondan, sadece onu verir beklentisi olana. sabittir sağlamdır taşır tüm gam yükünü. banklar yurt olur evsizlere kimsesizlere böyle kucaklayıcı böyle alçak gönüllü. seçici değil kapsayıcıdır banklar. banklar orada öylece bekler durur istisnasız.


19 Nisan 2016 Salı

karalamalar

kimisi yoktan var eder kendini
kimisi yok ederek
kimisi hüzünle karşılar acıyı
kimisi gülerek


***

sahip olduğum tek şeydi mutsuzluk
sebebi yokluğun değil
alkol sonrası
bağımlı bir yoksunluk

***

vapur düdüğüyle uyanıyorum sabahları
sen de duyuyor musun

alelacele atıyorum sokağa kendimi
üstüm başım aklım ruhum dağınık
bir sigara yakıyorum derin derin
merdivenleri iniyorum hızlıca tam 127 basamak
vapura biniyorum deniz oluyorum
otobüste yol oluyorum
çalışıyorum çalışıyorum çalışıyorum
bir sigara daha yorgun argın
yokuşu çıkarken sola bakıyorum utanarak

vapur düdüğüyle uyuyorum geceleri
sen de duyuyor musun

***

3 Şubat 2016 Çarşamba

Bilmiyorum

Sana, seni sevdiğimi nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum
Bazen bildiğimi söyleyemiyorum
Bazen de ne söylediğimi bilmiyorum
Sana, seni nasıl sevdiğimi söyleyeceğimi bilmiyorum
Bazen biliyorum da söyleyemiyorum
Bazen de bilerek söylemiyorum
     ama en önemlisi
            bildiğim ve söylediğim
                           seni sevdiğim.

16.10.2007

13 Ocak 2016 Çarşamba

Bir Akşam Gezintisi

"Takarak Aşk Kanadını Yakında Geleceğim!"
Ümit Besen

Dünkü kadar güneşli değildi hava ama ortalama bir kış gününe göre oldukça ılıktı. Bir süre evde vakit geçirdikten sonra hava almaya karar verdiler, Feride ile Yusuf. Sahile inip biraz yürüyüş yapıp hava aldıktan sonra yine eve dönecek ve yemek yapıp film izleyeceklerdi. 


Dar sokaklardan geçip sahile indikten sonra sahil yolunun deniz tarafından değil de, iç tarafından yürümeye başladılar. Belki deniz tarafı aralarındaki belirsizliği derinleştirecekti belki de gerçekten karşıya geçmeye üşenmişlerdi. Olsundu. Yusuf için bu durum rahatsızlık verici değildi. Ilık meltemi arkalarına alarak ağır ağır yürürlerken yavaşça yağmur çiselemeye başlamıştı. İnsanlar, arabalar, kuşlar, zaman çok hızlı ilerlerken onlar tıpkı yağan yağmur gibi yavaşça ve zamandan azade yürüdükleri yolun farkına vararak yürümeye devam ediyorlardı. Feride'nin gülerken kısılan gözleri onu çok sevimli kılsa da yüzünde yerleşik bir hüzün vardı. İkisi de mutsuz değildi ama genel olarak hüzünlü ve düşünceliydiler. Belki de bu durum aralarındaki belirsizlikten ya da bu belirsizliğin yarattığı hislerden kaynaklanıyordu. Yusuf bu durumu bildiğinden yol boyunca keyifli şeylerden bahsediyor, espriler yapıyor, hatta bazen esprileri sündürme pahasına lafı uzatarak Feride'nin yüzünü güldürmeye çalışıyordu. Zaman zaman başarılı da oluyordu. Bir süre yol boyunca böyle yürüdükten sonra yol üzerinde bulunan bir otobüs durağına oturdular. Feride yorulmuştu, bu biraz da hayatın bu kadar boktan oluşunun verdiği bir yorgunluktu. Otobüs durağında birer sigara yaktılar, sessizce; geçen insanları, arabaları, denizi, gemileri, uçan martıları seyrettiler. Bu susuş; Feride için, belki geçmişin bileğinde şıngırdayan prangasından kaynaklanıyordu ama Yusuf için hüznü paylaşmak ve tüm belirsizliğe rağmen aralarındaki derinliği korumak adına olduğu kesindi.

Bu susuş devam ederken otobüsler, taksiler, dolmuşlar, insanlar durağın önünden geçiyor ama hiçbir şey ya da hiç kimse Feride ile Yusuf'u rahatsız etmiyordu. Ta ki üniversite öğrencisi oldukları muhtemel iki genç kadın durakta durup yolun bu tarafından mı, yoksa diğer tarafından mı otobüse binmeleri gerektiğini kendi aralarında sinir bozucu bir şekilde tartışana kadar. İki genç kadın kendi aralarında tartışırken Feride ile Yusuf'un tüm dikkatleri bu iki genç kadına takılmıştı. Aralarındaki tartışma anlamsız ve bir o kadar kolay çözülebilecek bir sorundu. Sigaralar bitmişti, iki genç kadın yanlarından uzaklaşmıştı ve hava da biraz sertleşmişti. Eve dönmeye karar verdiler.

Yine sahil yolunun iç tarafından geldikleri yolun ters istikametine doğru yürümeye başladılar. Hava biraz sertleştiği için giderken arkalarından esen ılık meltem yerini yüzlerine çarpan bir rüzgara bırakmıştı. Yol boyunca, geçtikleri binalardan ve cumbalı eski ahşap evlerden bahsettiler. Hava iyice kararmıştı akşam kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. İkisinin de karnı acıkmıştı. Belki de Feride'nin susuşu bu yüzdendi.

Yol üstünde salaş bir restoranda balık yemeyi önerdi, Feride. Yağmurlu hava ve deniz kenarında başka hangi yiyecek daha çok keyif verebilirdi ki? Restorana girdiler, muşambadan bir tenteyle kapatılmış olan sigara içilen bölümün en sonundaki kirli masaya oturdular. Bir süre bekledikten sonra 65-70 yaşlarında daha sonradan adının Kemal olduğunu öğrenecekleri yaşlı bir garson kirli masayı toplamak üzere gülümseyerek yanlarına geldi ve hoş geldiniz dedi. Yaşlı garson Kemal, yaptığı işi yıllarca yapmış olmanın ona kattığı bir bilgelikle ve ağır hareketlerle kirli masayı toplayıp yeni servis açtı ve masaya menü bırakıp yavaşça uzaklaştı. Kemal'in bu tavırları Feride ve Yusuf'ta sanki bir öyküdeymiş ve onlar da bu öykünün baş kahramanlarıymış hissini uyandırıyordu. Ne yiyeceklerine karar verdiklerinde sipariş vermek için bakınmaya başladıklarında diğer garsonun yaşlı garsona "Kemal Abi" diye seslenmesiyle yaşlı garson Kemal onlar için de Kemal Abi olmuştu. Kemal Abi siparişleri aldı. Siparişler gelmeden önce Feride ile Yusuf birer sigara yaktılar ve öyküde olma hissini siparişler gelene kadar konuştular. Siparişler gelmişti. Biri mezgit biri hamsi söylemişti ortaya bir çoban salata ve birer de bira. Deniz kenarında balıkla rakı içmenin uygun olduğunu ikisi de biliyordu ama paraları buna yetmişti. İkisi de bunu dert etmediler. Yemek yerken Yusuf yine Feride'yi güldürmeye çalışıyordu. Hani Allah var, Feride de güldü mü çok güzel gülüyordu ve Yusuf onu güldürmeyi başarabiliyordu. Yemek bitti. Hala biraz biraları kalmıştı, yemek üzerine birer sigara yaktılar sonra hesabı ödeyip restorandan çıkıp eve doğru yürümeye koyuldular. 

Feride üşümüştü, Yusuf elini Feride'nin omzuna atmıştı ve bu sefer onlar da gerçek dünyaya ayak uydurup daha hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Dar sokaklardan eve doğru yürürken yine önünden geçtikleri binalardan ve evlerden bahsediyorlardı. Ev önemliydi, evde olmak önemliydi. Sonunda eve vardılar.    

  

28 Kasım 2015 Cumartesi

ellerin, ancak bir heykeltıraşın itinayla biçim verdiği en ünlü eseri kadar güzel. dokunuşundaki pürüzsüzlük zamandan mekandan azade başka bir evreni yaratıyor ve kozmik zaman eğilip bükülüyor, ben nasıl direneyim sana. küçük bir tebessümünün içimde yarattığı hissi ölçebilecek herhangi bir ölçü birimi henüz icat edilmedi. endişeyle heyecanı bir arada yaşarken ben nasıl teslim olmayayım sana. bir bakışınla tüm silahlarımı aldın elimden, bildiğim her şeyi unuttum, ezberim bozuldu, dengem şaştı. tüm yaralarımla karşındayım üryan ve savunmasız. ya al beni kendine sakla ya da al şu hançeri göğsüme sapla. nasılsa takatim yok direnmeye. az biraz gururum kaldı beni düşürmesin diye dilenmeye.
sende ne var bilmiyorum. sesini duyunca panik bir atak geliyor gitmek bilmiyor. ölüme yaklaşıp geri gelmek gibi, cenneti hissetmek gibi.
"sıkıldın mı?" diye soruyorsun bazen. hayır sıkılmıyorum. bu susuşların nedeni başka. sen çocuksu bir heyecanla anlattıkça ben dinlerim. olan olmayan doğru ya da yanlış ne fark eder sen yeter ki anlat ben dinlerim. sen anlattıkça ben yeniden tanımlıyorum her şeyi, başka anlamlar yaratıyorum. bu yaratma gücünü veriyorsun bana, şiirler öyküler yazıyorum adına. inanmayacaksın ama bu akış, bu oluş sürsün diye tanrıyla aramı düzeltiyorum. tanrı kızıyor bana "şimdiye kadar neredeydin, yaratmak benim işim sen sadece ibadet et" diye. böyle bir güzellik yarattığı için şükrediyorum ona.
gözle görülemeyen elle tutulamayan karşı konulamaz bir şey var sende. göremiyorum dokunamıyorum ama varlığını duyumsuyorum. anlatması zor tarifi zor.
yakıtı hüzün olsun bu oluşun. acılar sancılar bir sandıkta ama yanı başımızda kilitli dursun. istersen dersler de çıkarırız. sen yeter ki iste biz birbirimizi de onarırız. şefkat ilacımız, huzur şifamız olur. sen yeter ki iste biz hep birlikte anılırız, hem tek tek hem beraber çoğalırız. sen yeter ki iste şu koskoca evrende küçük bir dünya kurarız.

24 Kasım 2015 Salı

Gitmediysem Paris'e yahut Mardin'e, görmediysem Casa Mila'yı ya da Sümela Manastırı'nı, içmediysem Alman birasını, okumadıysam Ulysses'i, canlı dinlemediysem Gilmour'u, yabancı dil öğrenmediysem veya yaptığım işle tanımlamıyorsam kendimi ya da hiçbir iş yapmıyorsam, katlamıyorsam çıkarttığım pantolonu, boşaltmıyorsam dolan küllüğü, arayıp sormuyorsam arkadaşlarımı ya da gördüğümde kaldığım yerden devam ediyorsam, anlamıyorsam matematikten, fizikten hiç çakmıyorsam, seviyorsam seninle müzik dinlemeyi ama enstrüman çalamıyorsam, izlemediysem Macbeht'i yapmadıysam mutluluğun resmini ve daha nicelerini... Bunlar beni eksiltir mi sevgilim?

5 Kasım 2015 Perşembe

bir ip cambazının denge arayışı

ne yüksekte ipim 
ne de ipte cambaz
biriniz de gelip halimi sormaz

"beni siz delirttiniz"
dengesiz, düzensiz
ve ne idüğü belirsiz
bir yakın bir uzak
saçma sapan ikircikleriniz

sever gibi sövdünüz
söver gibi sevdiniz
beni bu kararsız hale
ne yazık ki siz,
evet siz getirdiniz

ben istedim sadece
kavuşsun ellerimiz
gülüşsün gözlerimiz
ip üstünde yürürken birlikte 
dengeyi sağlardı şemsiyemiz

ne yüksekte ipim 
ne de ipte cambaz
ben yere düşerim 
şemsiyem açılmaz